ÖNEMLİ : Kendim için aldığım notlar. Umarım size de bir faydası olur.
Kitap İncelemesi
Epiktetos: Kendisinin Efendisi Olmayan Hiç Kimse Özgür Değildir by Aslı Perker
My rating: 4 of 5 stars
Tanrım, bana değiştiremeyeceğim şeyleri kabullenmek için kuvvet, değiştirebileceğim şeyler için cesaret ve bu ikisini birbirinden ayırmak için akıl ver.
Stoa akımının başat aktörlerinden biri olan, kölelikten filozofluğa uzanan yaşam öyküsüyle tanıdığımız Frigyalı Epiktetos’un çeşitli konuşmalarından derlenmiş bir kitap. Çok kapsamlı olmasa da Epiktetos’un belli başlı konulardaki fikirlerini öğrenme imkânı sunuyor.
Anladığım kadarıyla Epiktetos’un kendisinin yazılı bir eseri yokmuş. Felsefi düşüncelerini bizzat kaleme almamış, ancak öğrencisi Arrianus (Flavius Arrianus), Epiktetos’un ders ve söylevlerini kaydetmiş. Bu yazılar, ‘Diyaloglar’ (Discourses) ve ‘El Kitabı’ (Enchiridion) olarak bilinen eserlerde toplanmış. Bu iki eser, Epiktetos’un felsefesini ve öğretilerini günümüze taşıyan en önemli kaynaklar. Bu arada, bu bilgiyi kitaptan değil, kitabı okuduktan sonra yaptığım kısa bir araştırmadan edindim.
Her neyse, bu çalışma Aslı Perker tarafından kaleme alınmış, yani bir çeviri değil. Şahsen, başta çeviri zannedip kitabın orijinal baskısını bulmaya çalışmıştım. Bu yüzden bu bilgilendirmeyi yapmak istedim. Kitapla ilgili birkaç ufak eleştirim var. İlk olarak, kitabın fazla din kitabı havasında olduğunu söylemeliyim! Kitapta alıntılanan tüm Epiktetos söylemleri sanki sadece tanrı inancı üzerineymiş gibi duruyor. Bu da bana, Epiktetos’un bu konu dışında başka düşünceleri yokmuş izlenimi verdi. Bir diğer eleştirim de, her Epiktetos sözünün açıklamasına yazarın kendi yorumunu katmış olması. Bu beni çok rahatsız etmedi, ancak bu konuyla ilgili literatürde yer alan genel değerlendirmeleri de görmek isterdim, özellikle referanslarıyla beraber.
Şimdi sizinle kitapta yer alan ve Epiktetos’a ait birkaç sözü paylaşmak istiyorum;
- Bedene sadece ihtiyacı olanı verin ve bunun dışında her lüksü reddedin. İnsan bedeni, yemek, içmek ve diğerleri gibi bedensel faaliyetlerine çok fazla zaman harcamamalı. Bunlar ikincil, anlamaya çalışmak birincil planda olmalıdır. Yemek yerken aynı anda iki misafire hizmet ettiğinizi düşünün. Beden ve ruh. Bedene verdiğinizi muhakkak kaybedeceksiniz, ama ruha verdiğiniz daima orada kalacak.
- Felsefenin başlangıcı insanın kendi zihnini bilmesidir. İnsan, aklının en zayıf olduğunu hissettiği anlarda ona büyük sorular sormak da istemez. “Tek bir lokma yiyemeyecek adamın önüne koca tabak konulmaz.” Yediğini ya kusacak ya da hasta olacaktır. Hâlbuki yapması gereken kendi kapasitesini düşünmeyi bırakmaktır. Bir adamın bir ilkeyi benimsemesi kolay bir şey değildir, bunu bilmen gerekir. Bir adamın bir ilkeyi benimsemesi için ona her gün sahip çıkması, sahip çıkıldığını duyması ve hayatında birebir kullanması gerekir. İnsanları mutsuz eden olanlar değildir, o olanlara sebep olan prensiplerdir.
- Şunu hiç aklından çıkarma: dışarıda bir şey kaybettiğinde, içinde bir şey kazanmışsın demektir. Ve eğer kaybettiğin şey çok kıymetliyse, sakın bir şey kaybettiğini düşünme. Bir kenara yığılmış ev eşyaların arasında bir de demir lambam vardı. Sonra kapıda bir ses duydum ve lambamı alıp gittiklerini gördüm. Bunu hiç tuhaf bulmadım. Yarın, dedim, senin de bir lamba olmaz. Çünkü bir adam sadece sahip olduğu şeyleri kaybedebilir.
- Bazı şeyler bizim kontrolümüzdedir ve bazı şeyler de değil. Kontrolümüz altında olanlar fikirlerimiz, arzularımız, nefretimiz, isteklerimiz ve tek bir kelimeyle söylenecek olursa bizim yaptıklarımızdır. Kontrolümüz altında olmayanlar ise, bedenimiz, varlıklarımız ,ünümüz, sahip olduklarımız ve tek bir kelimeyle söylenecek olursa yapmadıklarımızdır. Eğer bunlardan hangisinin size ait olduğunu bilirseniz hiçbir zaman zor durumda kalmazsınız, hiç kimseyi yargılamazsınız ve yaptığınız her şeyi gönülden yaparsınız. Tek bir düşmanınız olmaz, kimse sizi incitemez, çünkü tüm bunlara karşı sizi koruyan bir kalkanınız olur.
- Kendi gibi olmayanların cezası nedir? Yalnızlık mutsuzluk mu getirir? Bırakın yalnız kalsın. Anne babasıyla derdi mi var? Bırakın kötü evlat olsun, şikayet etsin. Çocuklarından mı bıkmış? Bırakın kötü bir baba olsun. “Onu kabahatlerinden dolayı zindana atın!” mı dediniz? Hangi zindan? O zaten bir zindanda: Çünkü o istemeden orada. Ve bir adam iradesine rağmen bir yerdeyse orası ona zindandır. Sokrates sınavdan geçmemiş bir hayat yaşamamamız gerektiğini söyler. İşte bu yüzden mahkeme önüne çıkmadan önce hazırlanması gerektiği söylendiğinde “Bütün bir hayatım boyunca bu sınava hazırlanıyorum ben” demiştir.
- Size sahip olduğunuz her şey küçük görünüyor. Bana ise sahip olduğum her şey büyük. Arzularınız doymak bilmiyor, benimkileri ise tatmin olmuş halde. Çocukların fıstık ve incirleri almak için ellerini nasıl da dar boğazlı bir kavanoza soktuklarına bakın. Ellerini geri çıkartamazlar ve ağlamaya başlarlar. Onlara dersin ki: “birkaç tanesini bırak ki birazını çıkartabilesin.” Siz de arzularınızı bırakın. Bırakın ki hepsine kavuşun. Nasıl ki olmamış bir inciri kopartıp yiyemezsen, olgunlaşmamış bir fikri de zihninden çekip çıkartamazsın.
- Varlık çok şey sahibi olmak değil az şey istemektir.
- Size özgür bir adam göstereyim. Diyojen özgürdü. Bir ailesi vardı, yok değildi ama Diyojen’in kendisi özgürdü. Onu alıkoyacak her şeyden kendini uzaklaştırmıştı. Ona yaklaşmak, onu etkisi altına almak kimse için mümkün değildi. Onun üzerinden her şey akardı. Her şey ona çok gevşek bağlarla bağlıydı. Sahip olduklarını almak mı istediniz? Almanızı onların peşinden koşmaya tercih ederdi. Bu onun bir uvzu, hatta bütün vücudu bile olabilirdi. Akrabalar, arkadaşlar, memleket… Onun için bunların hepsi alınabilirdi. Ancak gerçek memleketi, tek memleketi olan Tanrı’sını hiçbir zaman bırakmadı. Zira gelip geçen her şeyin başlangıcının O olduğunu bilirdi.
- Seçim seninse özgürsün ve seçim seninse başka kimseyi suçlayamazsın.
- İster kendi başına ol, ister başkalarının yanında; kendine bir karakter çiz. Sessizlik genel kuralın olsun; ya da sadece gerekli olanı birkaç kelimeyle söyle. Her şeyden de öte başkaları hakkında konuşmaktan kaçın. Ne öv, ne yer, ne de başkalarıyla karşılaştır. Eğer becerebilirsen sohbeti yönlendir. Ama eğer kendini yabancılar ve bilmediğin konular arasında bulursan sessiz kal. Bilgisizlerden kaçın. Ancak onlarla birlikte olman gerekiyorsa da bir an bile dalma, yoksa sen de onların olduğu çukura düşersin. Zira insan kendisi ne kadar temiz olursa olsun etrafındakiler de öyle olmadığı sürece olacaklardan kaçamayacaktır.
- Nereye gittiğini bilen insana dünya yol verir.
- Zengin olan kimdir? Mutlu olan. Mutluluğa giden tek bir yol vardır; o da hakkında hiçbir şey yapamayacağımız olaylar için endişelenmemek.
- İki tür körelme vardır. Biri anlayışın körelmesi; ve bir de utanma duygusunun. Bu, bir insanın ne zaman basit gerçekleri kabul etmeyi reddetse ve kendisiyle çelişmekte inat etse başa gelendir. Pek çoğumuz bedenimize laf edildiğinde kahroluruz ve bunu yaşamamak için elimizden geleni yaparız. Ama konu zihnimiz olduğunda hiç ilgilenemeyiz bile.
- Artık şu atasözünün anlamını biliyorum: “bir aptalı ne bükebilirsin ne kırabilirsin.” neyse ki böylesine “akıllı” bir aptal arkadaşım yok. Her şeyi bilen bir adamın bir şey öğrenmesi imkansızdır. Doğa bana bir dil ve iki kulak verdi. Bir söyleyip iki dinleyeyim diye.
- Eğer sahip olduğunuzdan daha güçlü bir karakteri oynarsanız aslında hem zayıf düşmüş hem de gerçekten güçlü olanı ihmal etmiş olursunuz.
- İnsanın gerçekten ne olduğunu gösteren şey yaşadığı zorluklara verdiği tepkidir.
- Kötü sözlerin ya da davranışların hiçbiri aslında kötü değildir, onları kötü yapan sizin onları nasıl anladığınız ve yargıladığınızdır. Yani kendinizi aslında kendi düşüncenizin sinirlendirdiğinin farkına varın. Düşüncelerinizin sizi alıp sürüklemesine izin vermeyin. Tepkilerinizi yavaşlatmayı ve geciktirmeyi bir kez öğrenirseniz bu alışkanlık haline gelir ve hep öyle yaparsınız. Huylar ve davranışlar yaptıklarımızla desteklenir. Daha önce hiç olmayan huylar ortaya çıkar, var olanlar güç kazanır, artar. İşte filozoflar zihnin hastalıklarının başlangıcı olarak bunları görürler. Diyelim ki bir şeyi çok arzuladınız ve onun peşinden gittiniz. Eğer kontrol altına almazsınız, artık bunun dönüşü yoktur. Tam tersi bir dahaki sefer öncesinden de daha çabuk alev alacaktır. Alışkanlık tekrarlandıkça zihinde nasırlaşır ve bu zihinsel hastalık hırsa dönüşür. Bir kez ateşlenen kişi sağlığına kavuştuğunda bile tedavisi tamamlanmamışsa artık aynı kişi değildir. İşte zihin hastalıkları için de aynı şey geçerlidir. Zihnin arkasında izler, iltihaplar kalır ve eğer tamamen silinmezlerse o iltihaplar uçuklara dönüşür. Eğer öfkeye alışmak istemiyorsanız, bu huyu körüklemeyin. Artmasına sebep olacak hiçbir şey yapmayın. Önce sessiz kalın ve sinirlenmediğiniz günleri sayın. “Eskiden her gün sinirlenirdim. Sonra iki günde bir oldu, sonra üç günde bir.” 30 gün geçtiğinde tanrıya şükredin. Bedeninize yenik düştüyseniz bunu hemen bir yenilgi olarak da kabul etmeyin.
Ezcümle, Epiktetos’un felsefesinde sürekli ulaşılmak istenen mertebe zaten tamamen arzu’dan arınmaktır. Hiçbir şey istemeyen insan özgürdür, huzurludur. Amaç arzuladığın şeye kavuşmak değil, hiçbir şey arzulamamak olmalıdır.
Not : Yazının başında paylaştığım Stoa duasının kökeni aslında Amerikalı bir din adamı olan Reinhold Niebuhr’a dayanıyor ve 1934 yılında yazılmış. Niebuhr, Amerikalı bir teolog ve din adamıdır ve ünlü “Serenity Prayer” (Sükunet Duası) ona atfedilir. Bu dua, ‘Tanrım, bana değiştiremeyeceğim şeyleri kabullenmek için sükunet, değiştirebileceklerimi değiştirmek için cesaret ve bu ikisini ayırt etmek için akıl ver’ şeklinde başlar ve özellikle bu kısmıyla bilinir. Dua, zamanla Hristiyan teolojisi dışında da geniş kabul görmüş ve popüler kültürde de yer bulmuştur. Stoacı felsefe ile paralellik taşıyan bu dua, bazı açılardan Epiktetos’un öğretilerine de benzer. Ancak bugün pek çok kişinin dualarında duyabileceğiniz bu anlayış, 2000 yıl öncesine, Epiktetos’a kadar uzanmaktadır. Zaman içinde şekil değiştirerek bugünkü halini almış.